English French German Spain Italian Dutch Russian Portuguese Japanese Korean Arabic Chinese Simplified
Üyelik Girişi
Videolar
SOSYAL AĞ
Sosyal Ağlarda 
 
Site Haritası
Takvim
ÇİN, TARİHİN HANGİ TARAFINDA DURUYOR ?

Ukrayna Savaşı hız kesmeden devam ediyor. Sahada çatışmalar devam ederken uluslararası toplumda da tartışmalar bir o kadar hızlı ve hararetli bir şekilde sürüyor. Geçtiğimiz Cuma günü ABD Başkanı Biden  ile Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, iki saat süren bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiler. Görüşme talebi Biden’dan geldi. Özetle, Biden,  Xi’den tarihin doğru tarafında durmalarını isteyerek Ukrayna'daki savaşta Rusya'yı desteklemekten vazgeçmelerini ve Batı ile birlikte barış adına hareket etmelerini istedi. Çin’in, Rusya'ya ekonomik ve askeri destek vermesi halinde  bunun Çin’e ağır sonuçları ve bedeli olacağını Xi Jinping’e söyledi. Xi Jinping de Çin'in isteyeceği son şeyin savaş ve çatışma olduğunu, Çin'in her zaman barış ve istikrardan yana olduğunu, bunun hem Çin'in tarihi gelenekleri hem de dış politikasının temel bir unsuru olduğunu  söyleyerek, Çin'in mevcut politikasında geri adım atmayacağının mesajını verdi.

 

Aslında, bu tartışma çok daha önce ABD’nin Rusya’nın Çin’den askeri yardım istediğini müttefiklerine bildirmesiyle başlamıştı. ABD, Rusya’nın Çin’den insansız hava aracı arayışı içerinde olduğunu iddia ediyordu. Bu bağlamda, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Çin’in en üst düzey diplomatı (Çin Dışişleri Bakanı dahi kendisine bağlı) ve Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Dış İlişkiler Başkanı Yang Jeichi, Roma’da biraraya gelerek yaklaşık yedi saat Ukrayna savaşını ve Rusya’ya destek meselesini görüştüler. Oysa Ukrayna’daki savaşın tarafı olan Rusya ile ABD, bırakın saatlerce görüşmeyi  10 dakika dahi görüşmemiş olması Ukrayna’daki savaşın tarafı Rusya mı yoksa Çin mi sorusunu akıllara getirdi. Sanki savaş, ABD ile Çin arasında yaşanıyor.  ABD’nin ne Ukrayna ne de Rusya umurunda, tek derdi var; o da Çin.

 

Tüm bu tartışmaların ardından Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi geçtiğimiz pazar günü yaptığı açıklamada Çin'in Ukrayna konusunda tarihin doğru tarafında yer aldığını, Çin’in temel amacının diyalog, müzakere, diploması ve barış olduğunun altını çizerek Çin’in Rusya konusunda bir tavır değişikliğine gitmeyeceği mesajını verdi.  Aslında Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi, 7 Mart günü yaptığı açıklamada da ABD’ye önemli mesajlar vermişti. Wang, yaptığı açıklamada ABD’nin Hint-Pasifik bölgesinde çok tehlikeli  jeopolitik oyunlar oynadığını vurgulayarak, AUKUS paktına ve Dörtlü Güvenlik Diyaloğu olarak bilinen  QUAD’a dikkat çekti. Hatırlanacağı üzere , QUAD, Trump yönetimi tarafından  Asya’nın NATO’su olarak adlandırılmıştı. Dolaysıyla, Çin Dışişleri Bakanı, ABD’nin Hint-Pasifik bölgesinde Asya’nın NATO’sunu kurma arayışının sonunun bir felaket olacağı konusunda ABD’yi uyardı.

 

Bunun yanında Wang, ABD’ye Kuzey Kore’nin atmış olduğu iyi niyetli adımları teşvik etmesini  ve Kuzey Kore ile ilişkileri geliştirme yönünde inisiyatif almaları çağrısında da bulundu. Wang’ın açıklamasında en ilginç nokta Kuzey Kore başlığıydı. Açıkça Çin, ABD’ye bölgede nükleer güç olan bir Kuzey Kore gerçeğini hatırlatıyor ve dost veya düşman olmak Washington’un elinde diyordu.

 

Ukrayna Savaşı'nın en önemli sonuçlarından birisi Çin'in artık Batı dünyası ile birlikte hareket etmeyeceği gerçeğidir. ABD ve Batı, 2008'de yaşanan Gürcistan krizindeki Çin’in tarafsız duruşuna yine 2014'te yaşanan Kırım’ın ilhakındaki tarafsız duruşuna bakarak Ukrayna Savaşı'nda da Çin'in pozisyonunu az buçuk tahmin edebildiklerini zannetmişlerdi. Ancak görüldü ki Çin, önceki krizlerin aksine bu defa açıkça Rusya’nın yanında yer aldı. Bu durum hem ABD hem de Avrupa tarafından çok beklenilen bir gelişme değildi. Çünkü bu durum Çin’in kendi dış politika söylemleri ile de çelişiyordu.

 

Soğuk Savaş sonrası dönemde Çin'in geleneksel olarak dış politikası sorunlara aktif bir şekilde katılım veya taraf olma yerine arabulucu, kolaylaştırıcı ve diplomasiden yana olmuştur. Bir başka deyişle itilaflı taraflara mesafeli durmuştur. Bu taraflar zaman zaman kendisinin yakın müttefiki veyahut stratejik ortak olarak  değerlendirdiği ülkeler de olmuştur. Geleneksel Çin dış politikası ittifak sistemlerini ve ittifakları benimsememektedir. 1949 dan beri  Çin, hiçbir ittifakın parçası olmadığı gibi askeri ittifaklara da olumlu bakmamıştır. Zira Çin'e göre askeri ittifaklar savaşın ana nedenidir. Ancak Ukrayna Savaşı'nda Pekin yönetimi bu defa daha önceki krizlerdeki tutumunu değiştirmiş, aktif bir şekilde Rusya'nın yanında yer almıştır.

 

1949’dan beri ABD'nin temel Çin politikası Çin-Rusya ayrılığı üzerine kuruludur. Soğuk Savaş döneminde Çin-Sovyet Rusya anlaşmazlığından ABD oldukça iyi faydalanmıştır. ABD, Çin ile birlikte Sovyetler Birliği'ne karşı birleşik bir cephe oluşturmayı başarmıştır; ancak Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte ABD'nin bu politikası da yavaş yavaş geçerliliğini yitirmeye başlamıştır. Buna rağmen ABD günümüze kadar Çin politikasını olası Çin-Rus ayrılığın üzerinden kurgulamaya devam etmiştir. ABD'nin Çin-Rus ayrılığı üzerine strateji geliştirmesinin arkasındaki ana nedenlerden bir tanesi de Çin'de Rusya'yla ortaklığa sempati duyanların olduğu kadar Rusya ile ortaklığa karşı   daha çok tarihsel nedenlerden dolayı şüphesi ve itirazı  olanların da olmasıdır.

 

Çin-ABD ilişkilerinin normalleşmesinin mimarı olan Kissinger, hemen her fırsatta Amerikan yönetimini Soğuk Savaş döneminde kendilerinin uyguladığı “birleşik cephe” stratejisinin bugünün dünyasında geçerli olmadığı konusunda uyarmaktadır. Kissinger, bugünün Çin’i 1970'lerdeki Çin’e hiç benzemediğini, bugünkü Çin'in dünyanın bir numaralı ekonomik gücü olduğunu ve onunla yaşanacak bir Soğuk Savaş'ın ABD'ye faturasının ağır olacağını her fırsatta söyleyerek, Rusya'ya karşı Çin’i  veya tam tersi Çin'e karşı Rusya'yı mutlaka ABD'nin yanına almasını, her ikisi ile birlikte tek başına mücadele edemeyeceğini söylemektedir. Bu nedenle Biden yönetimi, Çin’i  Rusya'nın yanından ayırmak adına elinden gelen her türlü aracı kullanmaktadır.

 

Bu araçların başında da ekonomik yaptırımlar gelmektedir. Ancak 2021 verileri itibariyle 657 milyar dolarlık bir ticaret hacmine sahip olan iki ülkenin nasıl olup da Ekonomik yaptırımlar üzerinden birbirleriyle mücadele edeceği de ayrı bir tartışma konusudur. Fakat şu günlerde ABD'de özellikle Kongre çevrelerinde Biden’a Çin’e yaptırımlar konusunda çok geç kalındığı, Rusya ile birlikte yaptırımların getirilmiş olması gerektiği konusunda özellikle Cumhuriyetçi Parti kanadından  eleştiriler gelmektedir ve gün geçtikçe Biden’ın üzerinde Çin konusunda özellikle kamuoyu baskısı giderek artmaktadır.

 

Biden’ın Xi ile yaptığı  görüşmede Tayvan da görüşmenin ana gündem maddesi olmuş ve Tayvan  konusundaki hassasiyetini dile getiren Biden, ABD'nin Tayvan konusundaki tutumunun değişmediğini, ABD'nin Tayvan'da statükonun muhafaza  edilmesini desteklediğini söylemiştir. Bir başka değişle, ABD, tek Çin  politikasını kabul ettiğini ancak Tayvan’daki mevcut statükoyu da yani de-facto bağımsız devlet yapısını da desteklediğini, statükonun değiştirilmesine yani Pekin yönetiminin  Tayvan’ı hem idari, hem askeri ,hem de hukuki olarak tamamen Çin ana karasına bağlamasını ya da ABD’nin ve Batı’nın deyimi ile işgal etmesine karşı olduğunu da üstü kapalı olarak söylemiştir.

 

İşin Türkçesi, Biden, açıkça Xi Jinping’e  Tayvan üzerinden bir gözdağı vererek eğer Rusya'ya askeri ve ekonomik destek verirse ABD'nin de Tayvan konusundaki tutumunun her an değişebileceği mesajını vermiştir. Tam da bu süreç içerisinde Newsweek haber dergisi Çin'in sonbaharda Tayvan’ı işgal edeceği yönünde bir haber yayınlaması, akıllara Ukrayna Savaşı öncesinde Amerikan medyasının ısrarla Rusya'nın Ukrayna'yı işgal edeceği yönündeki ısrarlı haberlerini ve sonrasında gelişen süreci getirmiştir. Ukrayna’da yaşananlar gözönünde tutulduğunda   Amerikan medyasında Tayvan’ın sonbaharda Çin tarafından işgal edileceği haberleri de dikkate alınmalıdır.


Bu yaşananların bir de Çin iç politikasına olan yansımaları bulunmaktadır. Önümüzdeki sonbahar Çin Komünist Partisi’nin 20. Kongresi toplanacak. Bu kongreyi önemli kılan en önemli husus parti genel sekreterinin seçilecek olması yani Çin devlet başkanının belirlenmesi. Hatırlanacağı üzere Çin’de yapılan anayasa değişikliği ile iki dönem sınırlaması kaldırılmıştı. Dolaysıyla Xi Jinping, üçüncü dönemde de aday olacağı kesin gibi. Ancak bu sınırsız liderliğe eski kuşak liderlerin başında gelen ve Deng Xiaoping’in halefi olan Jiang Zemin ve etrafındaki ve daha çok muhafazakar veya gelenekçiler olarak adlandırılanların başından beri  karşı çıktığı söyleniyor. Bu nedenle Xi Jinping’in Tayvan’ı gündeme getireceği iddia ediliyor. Ayrıca, Xi Jinping’in taraftarları arasında Çin’i büyük güç statüsüne taşıyan “üçüncü kurucu baba” olarak görüldüğü de söyleniyor ki zaten Xi düşüncesi Çin anayasasına Mao ve Deng düşüncelerinden sonra yazılan üçüncü düşünce olmuştur.   Böylece, Xi Jinping anayasaya adı yazılan üçüncü lider olmuştur.

Sonuç olarak, Ukrayna savaşı Çin için  21.yüzyılın en büyük sınaması olarak karşısında duruyor. Çin,  bu sınamayı geçerse en azından dünyanın bir kısmında  yeni bir düzenin kuruluşuna da adım atmış olacak. Çin, her ne kadar ittifaklara, bloklara ve paktlara karşı olsa da Ukrayna savaşındaki Rusya’yı destekleyen tutumu da ister istemez savaş sonrası yeni bir Doğu Bloku’nun doğuşuna da katkı sağlayacak gibi görünmektedir.

Sözün özü, tarihin tek bir doğru tarafı var; o da barışın tarafıdır.

  
438 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
manşetler

Türk ve Dünya Tarihinde Yaşanan Olaylar
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam4
Toplam Ziyaret25140